Yalçın BEL
  Güncelleme: 30-03-2022 17:57:00   30-03-2022 17:56:00

‘BİR FOTOĞRAFIN HİKAYESİ’

32 yıllık meslek hayatımda çocukken sadece gazete ve televizyonlarda gördüğüm birçok sanatçıyla tanışma ve onlarla röportaj yapma fırsatı buldum. Mesela ‘Gülhane Konserleri’ rüzgârının estiği 90’lı yıllarda Ferdi Tayfur’u izlemek için ağaçlara tırmandığım günler aklıma geliyor. Ama bu meslek sayesinde hem Ferdi baba hem de Necla abla ile tanışma ve röportaj yapma mutluğunu yaşadım.

Türkiye’nin son 30 yılına damda vuran birçok olayın içinde olmanın dışında hafızalardan silinmeyen birbirinden ünlü insanla da tanıştım. ‘BİR FOTOĞRAFIN HİKAYESİ’ başlığını verdiğim bu yazımda Metin Akpınar’la ilgili bir anımı paylaşmak istedim sizlere…

Metin Akpınar’ı anlatmadan önce çocukluğumdan küçük bir anımı paylaşmak istiyorum.

Atari 800XL

Mesela, ortaokula giderken yaz tatillerinde bir konfeksiyon atölyesinde ortacı olarak başladığım iş hayatımda orta son sınıfta overlok ustası oldum çıktım. O dönemde de öğrencilere pek iş vermezlerdi, ‘tam işi öğrendi bizi bırakıp gitti’ dememek için. Ama istekli ve o saf temiz yüzümün suyu hürmetine işe alırlardı J.

Rahmetli babam çalışmama çok kızardı, ‘Oğlum sen oku ben ayakkabımı bile satar seni okuturum’ derdi. Konfeksiyonda ortacı olarak çalışmaya başlaman önce bir demirci atölyesinde işe başlamıştım. Bir hafta geçmeden kaynak makinasının gözüme verdiği zarar nedeniyle gözlerimin kan çanağına dönmüş geceleri gözümde çakan şimşekler yüzümden uyuyamaz hale gelmiştim. O sebepten de çalışmamı istemezdi babam...

Çalışıp kazandığım paraları ne yaptığımı soracaksınız şimdi… Söyleyeyim. O yıllarda sınıf arkadaşım Cem’in evine zamanın oyun bilgisayarı olan Atari 800XL ile oynamaya giderdim. Çok eğlenirdik. Keşke benimde bilgisayarım olsa derdim. Ama demekle olmuyordu. Çalışma sebebim de  Cem’in sahip olduğu o bilgisayardan almaktı. Konfeksiyon atölyesinde kazandığım paraları biriktirdim ve sonunda o hayalini kurduğum Atari 800XL’yi 3 yıl sonra da olsa liseye giderken sahip oldum.

Şimdi gelelim Metin Akpınar’la olan hikayeme

80’li yıllarda hafta sonu mahalleden arkadaşlarımla rahmetli babamdan habersiz Fenerbahçe’ye yüzmeye giderdik. Çocuktuk ya… Evime uzaktı ama o çocukluğun vermiş olduğu enerjiyle mesafeler yakın gelirdi bana.

Müdavimi olmuştuk Fenerbahçe’nin… O yıllar insanları balkonsuz dört duvar arasına adına kentleşme dediğimiz betonarme ucubelerin yükselmediği, içinde meyve ağaçları olan gören insanlara huzur veren evler vardı. Yüzmeye giderken bahçelere girer meyvelerden yerdik. Şimdi meyve ağaçları olan evleri bırakın bahçesi ve balkonu olmayan dört duvar arasına hapsettiler bizi…

Dedim ya çok güzel yıllardı. ‘Keşke’, ‘Geleceğe Dönüş’ filminde Dr. Emmett’in icat ettiği o zaman makinası olsa da o yıllara tekrar dönebilsem. Her fırsatta arkadaşlarla soluğu Fenerbahçe’de alırdık. Fikirtepe - Fenerbahçe yolları taştan sen çıkardın beni baştan… Her zaman ki gibi, Dr. Faruk Ayanoğu Caddesi’nde yürürken bir apartmanın camında palyaço mozaikli bir daire gözümüze ilişti. Ve sonra o dairede yaşayanlar hakkında bir şehir efsanesi yayılmaya başladı. ‘Burada Zeki Alasya ve Metin Akpınar yaşıyor’ diye. Arkadaşlarımla denizden çıkıp eve gitmeden önce Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ı göreceğiz heyecanıyla saatlerce o binanın önünde beklerdik. Günler, haftalar, aylar ve yıllar geçti ama bir türlü görmek nasip olmadı.

Yıllar sonra gazeteci olarak Metin Akpınar’la tanışma fırsatı buldum. O koca heybetiyle filmleriyle bizi gülmekten komaya sokan Metin Akpınar karşımda duruyordu. Röportajın biran önce bitmesini ona çocukken sizinle paylaştım anımı anlatmak orada oturup oturmadığını sormak için can atıyordum. Eee sonunda boşuna bekleyip beklemediğimi de öğrenmek istiyordum 

Ve röportaj bitti, dudaklarımdan o soru duydu dolu kelimelerle çıkmaya başladı. Metin Akpınar önce ne anlatıyor diye pür dikkat beni dinlemeye başladı. Fenerbahçe, rahmetli Zeki Alasya ve palyaço mozaikli cam kelimelerini duyunca birden pozisyonunu değiştirip derin bir nefes çekti. Saatlerce Zeki Alasya ve kendisini görmek için evin önünde beklediğimi duyunca bir garipleşti. Mimik hareketlerinden duyduklarımın bir şehir efsanesi olmadığını anlamıştım. Anlatımım bittikten sonra sağ elini kaldırıp bana sarılarak “Evet! Yalçın biz orada oturuyorduk” dedi. Metin Akpınar’la bu anımı paylaşmak ve duygu dolu anlar yaşamak hiç aklıma gelmezdi. Belki geç oldu ama 32 yıl sonra da olsa Metin Akpınar’la tanışmak ona bu anımı anlatmak beni çok mutlu etmişti… Demek ki boşuna beklememişim.

Bu vesile ile Zeki Alasya’yı rahmetle anıyorum.

Başka bir ‘BİR FOTOĞRAFIN HİKAYESİ’ yazımda görüşmek üzere.

Sevgiyle kalın

 

 

  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
BİZİ TAKİP EDİN
  • YUKARI