Bundan tam 34 yıl öncesini düşünün. Cep telefonları henüz icat edilmemiş, cebinizde jetonlarla dolaşıyorsunuz. Elinizin altında size dünyayı ayağınıza taşıyacak bir bilgisayar yok. Olsa bile çok pahalı ve Windows 3.0 sürümü ile MS-DOS tabanlı, yani onun size değil, sizin ona uyum sağlamanız gereken yıllar...
Haber yaparken bir gazeteci için en kutsal olan doğru bilgiye ulaşmak, adeta Neolitik dönemlerde yaşamak gibiydi. Gazeteci olmanın getirdiği heyecan ve belirsizlik rüzgarları, bir fırtına gibi beni içine çekti. 1990'larda bilgiye ulaşmak ve haber yapmak, devasa bir ansiklopedide doğru satırı bulmaya çalışmak gibiydi.
Daktilo bulmak altın bulmak gibiydi
1990'larda bir gazeteci olarak, bilgiye ulaşmak ve haber yapmak bugünün teknolojik dünyasında hayal bile edilemeyecek kadar zordu. Haber toplamak için sahada olmak, doğru bilgilere ulaşmak için kapı kapı dolaşmak gerekiyordu. Haberleri yazmak için daktilo kullanırdık. Daktilo bulmak ise ayrı bir mücadeleydi. Belki de dolapların içinde hurdaya ayrılmış, mürekkebi bitmiş, şeridi dağılmış ve bazı harfleri eksik bir daktilo bulursanız dünyanın en mutlu insanı olurdunuz.
Hatla birlikte hayallerimiz suya düşerdi
Hadi haberi yazdınız, peki nasıl göndereceksiniz? O dönemde internet veya e-posta olmadığı için haberi merkeze ulaştırmak oldukça zahmetliydi. Fax bulmak, fax göndermek için hattı düşürmek bile başlı başına bir mücadeleydi. Peki ya saatlerce peşinde koştuğunuz haberin fotoğraflarını nasıl göndereceksiniz? Ya şehir dışında bir konu takip ediyorsanız? Beraberinizde 36'lık makaralı filmler ve o filmleri banyo yapacak malzemeleriniz de olacak. Veya fotoğrafçılara koşacaksınız kapanmadan. Filmi banyo yaptırmak için. Fotoğrafları gazeteye ulaştırmak, yani haberi göndermek gibi başka bir savaş vermeniz gerekiyordu.
Sefa Özkaya Anısına
1999 yılı Mudanya’da İmralı davasını takip ediyoruz. Duruşma için adaya gelip giden heyetler... Sabahlara kadar Mudanya iskelesine demir atmış beklerdik. Mudanya küçük bir yer olduğu için fotoğrafçılar erken kapanırdı. Hürriyet Gazetesi muhabiri, rahmetli kıymetli dostum Sefa Özkaya ile Koç Otel’in 1,5 metrekarelik tuvaletinde onlarca kez film banyo yaptığımız günler geldi aklıma. Saç kurutma makinesiyle filmleri kuruttuktan sonra, dia tarayıcısıyla 15 dakikada bir kareyi JPG haline getirip kendinden modemli cep telefonu ile data hattı üzerinden merkeze fotoğraf göndermeye çalışırdık. Çoğu zaman 5-6 megabaytlık bir fotoğrafı, hat kopmazsa 20 dakikada merkeze gönderirdik.
Teşekkürler Antor...
Bu arada, Oktay Pekobay yani Antor'un adını yazmadan üzerimizdeki hakkını vermeden geçemeyeceğim. Bütün gazetelerin merkezlerinin Cağaloğlu'nda olduğu Bab-ı Âli günleriydi. Bizim için belki günde üç defa o yokuşu çıkar, hepimizin merkezine filmleri ve haberleri bırakırdı. Sabahın erken saatlerinde başlayan bu zorlu mesai, gecenin geç saatlerine kadar sürerdi. Antor, her defasında yorulmadan, yılmadan, büyük bir fedakarlık gösterirdi.
Numune Hastanesi Fakültesi mezunuyum
Gazetecilerin ofisleri olmadan büyük hastanelerde basın odaları vardı. Ben de Haydarpaşa Numune Hastanesi Fakültesi mezunuyum. Hastane bahçesinde bütün gazetecilerin merkez üssü, eğitim kampı ve hatta günlerce kaldığımız evimiz haline gelen bir basın odamız vardı. Gazetecilerin tek bir telefonu vardı. Odamızda, sarı renkli çevirmeli jetonla çalışan ve hâlâ hayatta mıdır bilmiyorum, hafızamdan silemediğim 0216 349 14 03 numaralı ankesörlü telefonumuz bile vardı. O telefondan şeflerimizden ne fırçalar ne teşekkürler aldık sayısını hatırlamam.
Kara kutumuz bile vardı
Basın odamızda kara kutumuz bile vardı. Bu öyle uçaklardaki kara kutu değil. Mesela birkaç kare çektik. Makinemizi o kutuya koyar, 36’lık olan şeritten çektiğimiz bölümü kesip tekrar makinemize takardık. Şöyle anlatayım, içi ışık almasın diye tamamen siyah kaplı, sağdan ve soldan kolumuzu içine sokacak yerleri olan tuhaf bir şeydi işte...
Selehattin Yurdakan ağabeyimizi rahmetle anıyorum
Evet! Doğru bilgi bir gazeteci için neden önemli? Doğru bilgi, bir gazeteci için önce kendine, sonra çalıştığı kurumun saygınlığı için çok önemlidir. Gazeteci, meslek etiği gereği yazdığı haberde güvenilir ve sorumluluk sahibi olmalıdır. Bir hata, onlarca insanın hayatına mal olabilir. Bilginin ne kadar değerli olduğunu anlatan, bizim Neolitik dönemden kalma çok çarpıcı bir örnek vereceğim. Hürriyet Gazetesi’nde çalışan, şimdi hayatta olmayan, rahmetle andığım ve ondan çok şey öğrendiğim üstat Selehattin Yurdakan...
Bir tren kazası haberini yazmış ve merkeze geçmişti. İstihbarat şefi sevgili Celal Korkut ağabey (Alfa 2), Selehattin ağabeyi anons ederek telefonla görüşmek istedi. Selehattin ağabey, meşhur 349 14 03 numaralı telefonla Celal ağabeyle konuşuyordu. Birden yüzü kızarmaya ve kekelemeye başladı. Sürekli "tamam abi", "özür dilerim abi", "bir daha çok dikkatli olurum abi" diyordu. Telefonu kapattıktan sonra ne olduğunu sordum. Kendine dakikalarca gelemedi. Selehattin ağabey, "Yalçın, bu tren kazası var ya... Evet ağabey. Ben olay yerini haberde Feneryolu yerine Fenerbahçe yazmışım," dedi. Celal ağabey de, "Ne zamandır Fenerbahçe'den tren geçiyor?" diyerek fırçaladı beni, dedi. Ne bileyim işte, benim yaşadığım Neolitik dönemde böyle şeyler yaşanıyordu.
Neyse artık günümüze gelelim...
Biz gazeteciler, toplumu bilgilendirme ve adaleti sağlama görevini üstlenirken yaşadığımız zorluklar ve yaptığımız fedakarlıklara vereceğimiz onlarca örneği anlatmaya sayfalar yetmez. Mermilerin üstüne koştuk, rüzgara karşı yürüdük, insanlar arkasına bile bakmadan kaçarken biz o magma tabakasının içine girdik. Doğru bilgiye ulaşmak için fırtınalı denizlerde yelken açmak zorunda kaldık.
Klavye silahşörleri
Günümüzde ise bilgiye ulaşmak çok daha kolay. Artık parmaklarımızın ucunda koskoca bir dünya var. Ancak, bu kolaylığın yanında bilgi kirliliği ve yanlış bilginin yayılması gibi büyük bir sorun da var. Ne yazık ki, son günlerde kendini gazeteci olarak nitelendiren ve sadece çok sayıda takipçiye sahip kişiler de bu mesleğe soyunmuş durumda. Bu durum, gerçek gazetecilerin işini zorlaştırmakta ve bilgi kirliliğine yol açmakta. Takipçi sayısına aldanıp sosyal medyada provokasyon yapmaya çalışan kişilerin yazdıklarına inanmayın. Yeni medya ile hayatımıza giren çeşitli platformlarda klavye silahşörlüğü yapmak gazetecilik değildir.
Haktan yana olmalıyız
Gazetecilik mesleği, belli başlı etik kuralları gerektirir. Bu kurallar arasında doğruluk, tarafsızlık, bağımsızlık, şeffaflık ve saygı bulunur. Gazeteciler, haber yaparken doğru bilgiye ulaşmak ve bu bilgiyi kamuoyuna eksiksiz bir şekilde aktarmakla yükümlüdür. Haber kaynaklarına ve haberde adı geçen kişilere saygı göstermeli, onların haklarını korumalı ve haktan yana olmalıyız. Biz ne polis, ne savcı, ne de hakimiz. Biz gazeteciyiz.
İçimden geldi yazdım
Gerçek gazetecilerin ve haberin değerinin bir kez daha hatırlanması için bu yazıyı kaleme aldım. Umarım başınızı ağrıtmadım. Ne bileyim, bugün 10 Ocak ya... İçimden geldi, karaladım. Ayrıca gazetecileri sadece 10 Ocak'ta hatırlamayalım. Hayatını kaybetmiş meslektaşlarıma Allah’tan rahmet diliyorum. Çalışan işsiz tüm meslektaşlarımın Gazeteciler Günü kutlu olsun!