Dr. Nurderen ÖZBEK
  Güncelleme: 30-03-2021 20:10:00   23-09-2020 00:13:00

ANTİKİSTANbul

Salgın günlerinin İstanbul’undan biraz uzaklaşıp, çağlar boyunca uğruna savaşların yaşandığı, çağ atlatan büyük mücadelelerin verildiği bu şehri, kuruluşundan önceki dönemde hayalimde canlandırmaya çalışıyorum. Neolitik dönem yerleşme buluntuları 8500 yıl önceye kadar tarihlendirilse de, katman katman bugünün İstanbul’unu inşa eden büyük uygarlıklar henüz buraya uğramamış. Ne şehrin evleri sokakları var, ne de onu savunmak için çevresine örülen surlar; ne görkemli saraylar inşa edilmiş, ne de farklı inançların sembolü haline gelecek olan Ayasofya.

Mitolojik efsaneler nerede bitiyor, gerçek tarih nerede başlıyor ayırt etmek güç. Yine de antik kaynaklardan itibaren edindiğimiz bilgilere dayanarak şehrin kurulacağı bölgenin, o günün insanları için ne ifade ettiğini anlamak mümkün.

MÖ 7. yüzyıl; Pagan dönemi İstanbul’u. Çevrede sadece Trakların, Bithynialıların, Mysialıların yerleşimleri ve Megaralılar tarafından kurulmuş Kalkhedon var. Altın Boynuz olarak anılan Haliç’in iki kıyısında, Anadolu yakasında, Boğazın kuzey çıkışındaki Anadolu ve Rumeli Kavakları’nda mitolojik tanrılar Apollon, Artemis, Pluton, Zeus, Hera adına inşa edilmiş tapınaklar bulunuyor [1,2].

Efsaneye göre Zeus aşık olduğu İo’yu karısı Hera’nın gazabından korumak amacıyla beyaz bir ineğe dönüştürüyor. İo için İstanbul Boğazı (Bosporos/İnek geçidi), yüzerek karşı kıyıya ulaşacağı bir kaçış kapısı; Strabon, Tacitus ve daha birçok Antik dönem yazarına göre komutan Byzas’a tavsiyede bulunan kahin için şehrin yeri, Körler Ülkesi’nin (Kalkhedon/bugünkü Kadıköy) karşısındaki yarımada. Çünkü onlar buranın güzelliğini göremeyip diğer kıyıya yerleşmişler; Byzantion’lu Dionysios’a göre ise Delpho’daki Apollon Tapınağı’ndan kehanette bulunanlar için şehir şöyle bir yer:

O kente yerleşecek insanlara ne mutlu,

Trakya kıyısında, Pontos’un ağzındaki burnun yanında,

Balıkla geyiğin aynı yemden beslendiği yerde [2]

Atina yakınlarındaki Megara’dan yeni bir koloni şehri kurmak için yola çıkan komutan Byzas’ın rotasını ve yer seçimini belirleyen sebeplere günümüzden bakarsak, Marmara Denizi’ni geçip Boğaz girişine geldiğinde karşılaştığı etkileyici manzarayı şöyle tanımlayabiliriz: İki denizi birbirine bağlayan geniş bir su kanalı, bu kanalın girişinin doğu kıyısında bir yerleşim (Kalkhedon), karşısında ise üç tarafı denizlerle çevrili, etkileyici görüntüsüyle yükselen, çevreye hakim yemyeşil bir yarımada (Sarayburnu ve Tarihi yarımada).

Megaralı kolonistler için yaşam alanlarını kuracakları yarımadanın etkileyici görüntüsü dışında başka anlamları da vardı elbette. Burası Marmara Denizi'nden (Propontis) gelip İstanbul Boğazı (Bosporos) yoluyla Karadeniz’e (Pontos) ulaşmak isteyenlerin kontrol edilebileceği bir giriş, Karadeniz ticaretine hakim olacakları, geçen gemilerden vergi alabilecekleri, halkın rahatlıkla balıkçılıkla geçinebileceği bir yer. Aynı zamanda kuzeyindeki Haliç (Keras), gemiler için güvenli bir liman.

İstanbul Boğazı, kuzey-güney deniz bağlantısı avantajlarının yanında, doğu-batı kara bağlantısının da düğüm noktası. O dönemde bölgeye hakim devletler Persler ve İskitler. Sınırları İran’ın doğusundan başlayıp Trakya’da Tuna kıyılarına kadar uzanan Persler için Boğaz, Antik Yunan şehirlerine ve Trakya’ya yapacakları seferler sırasında kullandıkları bir geçit. Bu önemli geçitte Pers Kralı Darius MÖ 513 yılında (şehrin kuruluşundan 150 yıl sonra) Yunanlıların çıkardığı Ege isyanlarını bastırmak ve İskitlere yapacağı saldırı için çıkacağı seferde Boğazın ilk köprüsünü kurduracak, Samoslu (Sisam) mühendis Mondrokles’in bugünkü Anadolu ve Rumeli Hisarları arasına 600 salı yan yana dizip birbirine bağlandıktan sonra üzerine kalaslar döşeyeceği bu köprüden atlı ya da yaya 700 bin kişilik ordu karşı kıyıya geçecektir[3]. Tarihin babası olarak anılan Heredot, tanığı olduğu dönemi dokuz kitaptan oluşan Heredot Tarihi kitaplarının ikinci üçünde anlatıyor.

Bugün olduğu gibi Antik dönem insanları için de böylesine stratejik öneme sahip olan bu coğrafyada, Haliç’in bitiminde Alibeyköy ve Kağıthane arasından başlayıp Sarayburnu’na uzanan bölgede, MÖ 667’de kurucusuna atfen Byzantion ismiyle bir şehir devleti kuruluyor [1,2]. Burada başlayan yaşamla, günümüz İstanbul’unun temelleri de atılmış oluyor.

Byzantium ve Darius Köprüsü MÖ 6. Yüzyıl[3]

 

1. Strabon, MÖ 7.  Coğrafya, Anadolu (Kitap: XII, XII, XIV), Pekman, A., çevirisi 1987, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.

2. Arslan, M., 2010. İstanbul’un Antikçağ Tarihi - Klasik ve Hellenistik Dönemler, Odin Yayıncılık, İstanbul.

3.https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/e/e4/1784_Bocage_Map_of_The_Bosphorus_and_the_City_of_Byzantium_-_Istanbul_-_Constantinople_-_Geographicus_-_Bosphorus-white-1793.jpg  (Erişim: 14.09.2020)

 

 

 

 

  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
BİZİ TAKİP EDİN
  • YUKARI